tapınak

    tapmak kökünden türemiş türkçe bir isimdir.
    diğer bir ismi (bkz: ibadethane)dir. yine son zamanlarda ingilizce temple * kelimesinden türetilmiş ve değişik ağızlarda templiye de eş anlamlı bir söz olarak kullanılır.
    halk * arasındaki anlayış farkı sebebiyle, genellikle tapınak denince aklımıza hemen uzak doğu gelir .
    o şaşalı muhteşem yapıtlar, şaheserler gözlerimizde beliririr bir anda.

    tapınak genellikle ilahi olmayan dinlerin ibadethaneleri için kullanılan bir tabir olagelmiştir. hinduizm'in, taoizm'in, budhizm'in ve değişik adlardaki bazı antik dinler buna örnek gösterilebilir.
    burda değinmek istediğim şudur ki, insanoğlu içgüdüsel olarak içinde barınan inanç olgusunun verdiği kuvvetle ve maneviyatla * desenleri, mimarisi ve konumlandırdığı yerler itibariyle, görkemli yapıtlar inşa etmişlerdir.
    şöyle ki ;


    burası kaplan yuvası manastırı'dır mesela. (tiger's nest monastery)

    yahut;


    burası da beyaz tapınak budist tapınağı (wat rong khun)

    hatta ve hatta


    tibet'te Jokhang tapınağı ve potala sarayı (Potala Palace and Jokhang Temple)

    tapınakları daha ayrıntılı incelemek gerekirse, özellikle nepal'de, hindistan'da ve çin'de bulunan bu mekanlarda, hayatının sonuna kadar yaşayan bir çok rahip ve kendini tamamen dünyadan soyutlamış insanlar yaşamaktadır.
    bunun ne kadar doğru veya mantıklı olduğu kişinin bakış açısına göre değişse de, bu kişilerin bu bağlığı bazen takdir edilesi, bazen de hayret edilesidir. *

    çok zengin olsam şu ilk resimdeki tapınağı hiç çekinmeden kaç para isterlerse istesinler, satın alırdım herhalde. böyle manzarada, böyle havada ne yaparsan onu yürekten yapmaz mı insan...
    (04.12.2007 21:59)

istiklâl marşı

    türk milletinin inanç ve kültür birliğinin sözlere en mükemmel şekilde aktarılmış halidir. üzerinden 90 sene geçmiş olsa da, insan her okuduğunda o mısraları, bizi o zorlu günlere götürür, annelerimizin, amcalarımızın ne şartlar altında bu ülkeyi savunduğunu hatırlatır.
    eğer kişinin damarında biraz vatan, biraz millet duygusu varsa, bu mısraları her okuyuşunda onu sert ve yürekten dillendirir.
    sırf içinde ezan, hakk'a tapmak gibi benim kesinlikle duymaktan gocunmadığım kelimeleri içeriyor diye, son yıllarda onuncu yıl marşı'nı her yerde dans ederek, hatta disco'larda içkili bünyeler haykırarak bir nebze kendini tatmin ediyor olsa da, istiklal marşı bu ülkenin değiştirilemez 3 anayasal özelliğinden biridir.

    10uncu yıl marşı'nın sözlerini az biraz kıyaslama zahmetinde bulunsaydık keşke.. o zaman cumhuriyet'in sadece 10 yılını anlatan ritim haricinde hiç bir duygu aşılamayan bu marş ile üstadlardan mehmet akif'in tüm zamanlara yazmış olduğu, türk halkı'nın dirayetini sürekli yüreklerde hissettiren o muhteşem 10 kıta'sı katiyyen kıyaslanamaz.

    ben zorlanmıyorum söylerken, utanmıyorum, sıkılmıyorum, her kelimesini, her yerde, her şekilde yüreğimin ta derininden haykırarak okuyorum bu marşı.
    kalabalıklar, kan ter içinde zıplayarak bir marşı söyleyebiliyorsa, saygı duruşunda bulunarak, pek tabi bu muhteşem eseri de okuyabilir.


    eğer o bahsedilen türk imajı altında yapılan cumhuriyetçi gösterilerde, istiklal marşı'na yüz ekşiten kişiler varsa, ne mutlu bana ki, öyle şuursuz bir topluluğun içinde ben de bulunmamışım !
    bu ülke, inançsızlık kol gezsin diye kurtarılmadı ! bu ülke ferdî özgürlük ve inanç özgürlüğü için can dişe takılarak kurtarıldı.

    aruz vezniymiş! külahıma anlatın ! sanki çok anlıyorsunuz neyin nasıl yazıldığını, serbest hece ölçüsünü, ya da bilmem cinas'ı, her ne ise artık, sanki dinleyince hemen farkediyorsun da şekline şemaline laf dokunduruyorsun.

    cumhuriyet'in temelleri sarsılıyor diye sokaklara dökülüp, istiklal marşına da yüz ekşiten arkadaşlara soracağım şudur ki; eğer anayasayı gerçekten koruma amacındaysan istiklal marşını da korumak zorunda değil misin?
    o da, bu da vazgeçilmez taşlarıdır canım vatanımın!

    ha eğer bu marşa da bol bass, bol tekno, bol davul, zurna vs istiyorsan, biraz daha ısrar et, ben sana güzel bir remix yaparım...

    ama eğer amaç, anlamak vehatırlamak ise bu ülkenin o muhteşem milletini, bu tür, ritme ihtiyacın olmamalı zaten.
    (04.12.2007 19:00)

güneş sistemi

    bu tanımı diyara kazandırmadan önce "gezegen sistemi" denen kavramı açıklamakta fayda görüyorum.
    gezegen sistemi; bir takım gezegenlerin, gök cisimlerinin, astroidlerin ve yıldızların bir gezegene bağlı olarak, onun çekim etkisiyle etrafında belirli yörüngede dönen, kütleler topluluğunun bütününe verilen türkçe addır.

    bizim içinde bulunduğumuz gezegen dünya'dır ve güneşin çekim alanında olduğundan, içinde bulunduğumuz gezegen sistemi güneş sistemi olarak adlandırılmıştır. diğer bir * adı "solar system"dir. dilimize bu tercüme, akıllarda kalması kolay olsun diye bu şekilde güneş'li geçmiş olsa gerek.

    güneşin devasa büyüklüğününün, dünyadan 109 kat daha büyük ve yine aynı şekilde diğer gezegenlere oranla- ki bu gezegenler neptün, uranüs, satürn, jüpiter,merkür, venüs'tür.- çok büyük olması, bu gök cisimlerinin güneşin etrafında bir yörüngede olmasını manidar kılmaktadır.


    -----------------
    sözlük;
    sun: güneş
    our solar system: güneş sistemimiz
    beyond: ötesi
    kuiper belt objects: kuiper kemeri nesneleri
    -------------------
    fizik kuralına göre çekim kuvveti; kıyaslanan 2 cismin kütlesinin çarpımının, aralarındaki mesafenin karesine bölünmesiyle bulunur. yani çekim kuvveti, cisimler arasındaki mesafe arttıkça azalır. bu gezegenlerin güneşe yeterli miktarda yakın olması nedeniyle, onun * çekim alanı etkisindedirler ve bir yörüngeye konuşlanmışlardır.
    bunların haricinde elbetteki güneş sisteminde toz gibi görünen asteroid kuşağı ve diğer küçük kütleler güneş sisteminin çekim alanı etkisindedirler.

    çok ilginçtir... güneş sistemi bir bütün olarak dönmektedir * ** ve bununla yetinmez. içindeki gezegenler de aynı yönde dönme kuralıyla, oturdukları yörüngeler üzerinde, güneş etrafında dönmektedirler. ayrıca yine bu oynak gezegenler, kendi etraflarında da turlar atmakta ve sahip oldukları uyduları da yine bu gezegenlerin etrafında semazen gösterisi sunmaktalar. bunun sebebi nedir tam bilmemekle beraber, atomik boyutta düşündüğümüz vakit, bu sistemin gösterdiği hareketler, elektronların atom etrafında dönmesiyle aynı anlamı taşımaktadır. * * * * *

    * belki de bu semazenvari gösteriler, enerjinin ana kaynağı olan güneş etrafında dönerek, enerjiyi gezegenin tüm karelerine yayma amacı gütmesinin doğal sonucudur. kim bilir *..
    içimden bi ses, speedy gonzales hızındaki elektronların neden bir yörüngede atom etrafında döndüğünü anlayabilirsek, bu gezegenlerin de neden döndüğünü anlamamıza vesile olur diyor.

    güneş sisteminde daha önce de belirttiğim gibi 8 gezegen vardır. önceki yıllarda, yoğun buz tabakasıyla kaplı güneşe bayağı bir uzak kütle, pluton adıyla gezegen olarak kabul ediliyordu. ancak nasa, esa gibi uzay bilimlerinde söz sahibi kurumlarda yapılan hararetli tartışmalar sonucu, çok kücük olması ve bilemeyeceğim başka nedenlerden dolayı, bu gezegenden "sen de gezegensin" belgesi geri alınmıştır. o artık üvey evlat muamelesi gören bir gök cismidir. eski şaşalı dönemleri sona ermiştir yani.

    güneş sistemi ayrıca, içinde 200 milyar kadar yıldız bulunan samanyolu galaksisi'nin içinde bulunmaktadır.
    burda belirtmek isterim ki, güneş de bir yıldızdır, yıldız özelliklerini barındırmaktadır, ve sırf buna bağlı bir sistem vardır. yani artık anlayın nasıl bir karışıklığın içinde olduğumuzu.

    burda bir ayrıntıya daha değinmek istiyorum izninizle; samanyolu galaksisinde; sarmal ve çembersel yörüngeler vardır, tüm sistemler bu yörüngeleri takip ederek, dönüşlerini, hareketlerini sürdürürler.
    süpernova dediğimiz o muhteşem havai fişek gösterisi görünümündeki devasa patlamalar, bu galaksinin sarmal yörüngelerinde zaman zaman yaşanmaktadır ve bu patlamalar gezegenlerdeki hayatı tamamiyle yok edecek kuvvette ışımalar ve ısı ortaya çıkarmaktadır.
    ancak özellikle dünya var olduktan sonra, yani artık 5 milyar yıl mı diyeyim, 10 milyar mı diyeyim bilemiyorum, artık ne zaman yaratıldıysa dünya, işte o zamanlardan sonra güneş sistemi sarmal kolların içinde değil, aksine o kolların arasında kalmış ve bu patlamalardan nasibini almamıştır.
    şimdiki hayatı herhalde bu rota değişikliğine borçluyuz. *
    -son-
    (29.11.2007 14:45)

tahribat com

    bilgisayarın temel işlevleri konusunda gayet açık ve net açıklamaları bulunan, değişik programların kullanılmasına yardımcı olacak detayları içinde barındıran güzel bir forum sitesi.

    administrator'ları felan biraz geyiktir, açık sözlüdür ve de cool abilerdir ayrıca. bunu direkt siteye girip "sıkça sorulan sorular" kısmına tıkladığınız da farkedebilirsiniz.

    ve asıl dikkatimi çeken en güzel özelliği içinde delikanlı, babacan ve ülkesini seven kalifiye hackerların bulunması.

    dtp adı altında terör örgütü sempatizanı propaganda yapan siyasi partinin internet sitesini bu site çok güzel bir şekilde hacklemiştir.
    sitede mehter marşı gayet güzel bir fonda çalmakta, pkk denen gayri-insani şeref yoksunu örgütün yaptığı her türlü pisliğin fotoğrafları da slayt olarak dolanmaktadır.

    ayrıca alta da çok güzel bir not düşmüşlerdir, şöyle ki;

    dtp'nin resmi web sitesi, partinin türkiye cumhuriyet'ine yaptığı bütün kahpeliklerden ötürü hacklenmiştir!

    ayrıca süper bir de yazı konulmulştur, hakikaten düşüncelerime tercüman olmuşlardır bu konuda; o da şöyle ki;

    "Sakın sanmayınız ki;

    Bu gün yapmış olduğunuz kahpece, kalleşçe eylemlerin karşısına bilgisayar başında geçen bizler;
    Yeri geldiği zaman silah altında, kanımızın son damlasına kadar karşınızda duracağız...

    İşte o zaman bizden korkun..."



    olmayacak duaya amin demeye çalışan dtp;
    türkiye cumhuriyetinin ekmeğini yerken;
    rızkından pay aldığın türk halkını, her seferinde küçük düşürmeye çalışırsan...
    kardeşlerimizin cenazesi kalkarken, Çoçuk katiline özgürlük diyerek gösteri düzenlersen...
    tepende dalgalanan bayrağa hakaret edersen, gölgesinde durduğun milli marşa saygısızlık edersen,
    türkiye cumhuriyetinin İmkanlarını kullanırken, dağdaki "şerefsizlere", "özgürlük savaşcısı" dersen...
    olmayacak duaya amin diyerek kürdistan denilecek bir yerin varlığı için çaba göstermeye devam edersen...
    türkün bu gün dolmuş olan sabrı, bir gün başına çökecektir...

    İşte o zaman bizden korkun... "


    dtp'nin sitesi http://dtpgm.org.tr/
    (11.11.2007 16:00)

kemal sunal

ilk yardım

    bir kaza anında hayatî öneme sahip, kişinin sağlığını ve solunumunu kontrol altına alabilmek için tıbbî ilaç kullanılmadan yapılan ilk müdahaleye denmektedir.
    gerek trafik kazası, gerek boğulma, yangın faciası yâhut ev kazaları sonrası bu işlemin bilinçli yapılması çok önemlidir. televizyonlardan gördüğümüz üzere, bu işin şuurunda olmayan kişiler, kulaktan duyma, kocakarı metodlarıyla bazen kişilerin ölümüne veya sakat kalmasına neden olabilmektedirler.

    dolayısıyla, ben şimdiye kadar öğrendiklerimi özetle buraya aktarayım; * * * * *

    öncelikle bir kaza, bir felaket anında uygulanması gereken aşamalar vardır, bunlara katiyyen uymak gereklidir hem kendi güvenliğimiz hem de kazazede'nin daha iyi korunması içiin.

    1. ortam güvenliği :
    herşeyden önce, kişiye müdahale etmeden önce, bulunulan ortamın güvenliğine dikkat etmek gerekir. yangın varsa ordan önce kişi uzaklaştırılmalıdır. elektrik kaçağı varsa yine kazazede ve kendimiz ordan bir şekilde uzaklaşmalıyız. boğulan birisini görüyorsak, asla ve asla galeyana gelip, tam olarak yüzme bilmiyorsak suya girmemeliyiz. çünkü can havliyle kişi tamamen şuurunu kaybetmiştir ve bulduğu şeye kesinlikle şuursuzca sarılır ve debelenir.
    ilkyardımın esaslarından birisi de, önce kendi güvenliğini sağlamaktır. evet bencilcedir belki ama düşünülürse doğruluk payı vardır, daha büyük riske girip, bir can daha kaybetmek mantıklı değildir.

    2. bilinç kontrolü:
    bilinç kontrolü güvenlikten sonraki en önemli meseledir. kazazedenin kendinden geçmesi demek o kişinin vücudundaki hiç bir kası kontrol edememesi anlamına gelir. dil de bir çizgili kastır ve solunum yollarını tıkamamak için kontrolünü sağlamak çok önemlidir.
    ilkyardımda en önemli maksadın beyine oksijen gitmesini, beynin ölmemesini sağlamaktır.
    kişinin bilincini kontrol etmek için, değişik yöntemler denenebilir. kaza geçirene, saçma gelse de kişiyi sarsarak "iyi misin?" gibi cevap verilecek sorular sormak ve cevap almaya çalışmak gerekir. çünkü bilinci yerinde olan kişi bu tür sorulara bir şekilde yine de cevap verebilir.
    eğer kişi hiç bir yerini kıpırdatamayacak durumda ise, yine hafif sarsarak "beni duyuyorsan elimi sıkmaya çalış", "beni duyuyorsan gözlerini kırpmaya çalış" gibi ricalarda bulunarak ondan tepki almaya çalışılmalıdır. çünkü tepki alınırsa bilincinin yerinde olduğu anlaşılır ve solunum yollarında bir tehlike o an için söz konusu değildir. bu sefer tabi diğer hasarlara, kanamalı yaralara bakmak gerekir orayı şimdilik es geçiyoruz.

    3. hava yolu açıklığı sağlamak:
    evet mazallah, dileriz kimse böyle bir şey yaşamaz ama diyelim ki kişi kendinden geçmiş, şuuru yerinde değil. o zaman hemen hava yolu açıklığını kontrol etmek gerekir. kişi rahat nefes alabiliyor mu, kişinin kalbi atıyor mu, beynine oksijen gidiyor mu, bunları kontrol etmek gerekir.
    bunun için de gör-duy-hisset metodu uygulanabilir. sırt üstü yatırılan kişinin ağzına kulak yanaştırılır ve gözlerle göğüs kısmına bakılır. bu şekilde nefesini hissedebilir, nefes aldığını duyabilir, göğsün inip kalktığından emin olarak solunumu kontrol edilebilir. en azından bu 3 his mekanizmasından biri ya da bir kaçı çalışacağı için sağlıklı bir tespit yapılmış olabilir. eğer kişi nefes alamıyorsa, dilinin konumu kontrol edilir ve gerekirse onu kenara çekmek de gerekebilir.

    4. bası ve nefes:
    allah korusun eğer kişinin nefes almadığı farkedilirse, beyni korumak için suni solunum kesinlikle şarttır. bilindiği üzere pompalama işini kalp yapar, nefes alma işini ise ciğerler. dolayısıyla bu 2 organı birden suni şekilde çalıştırmak gerekebilir.
    beyine 6 dakika kadar oksijen veya kan gitmediği takdirde, beyin ölümü gerçekleşebilir, organlar ve dokular ölmeye başlayabilir. bu yüzden öncelikle yapılması gereken şey, sırt üstü yatırılmış kişinin gıdığının altından 2 parmakla kaldırılarak, solunum yolu düzeltilir ve burnu kapatılmak suretiyle ağzından hava üflenmesi ve daha sonra da göğse baskı uygulanması sonucu suni tenefüs olayı gerçekleşir.

    yeni ilk yardım kurallarına göre, basının önemi daha fazla artmıştır ve 30 bası 2 nefes şeklinde suni solunum gerçekleştirilmelidir. insanın dışarı verdiği nefeste hala 3de1 oranında oksijen olduğu bilindiği takdirde, kişiye kullanılmış havanın verildiği şüphesi de ortadan kalkar sanırım.
    kaza geçiren kişinin önce ağzından 2 defa derin nefes alınarak nefes verilir ve göğsünün bu nefes verme işleminde şişip şişmediği kontrol edilir ki doğru yapıldığından emin olunsun.
    daha sonra da 30 defa, parmaklar birleştirilerek * tek el şeklini almış ellerimizle kişiye bası uygulamak gerekir. kişinin göğsünün 5 cm kadar içe bastırıp sonra hafiften kaldırarak, sürekli aynı rutinlikte, düzende uygulanması şarttır bu işlemin.


    bu aşamadan sonra teknik ekip gelene kadar, ya da kendimizden daha bilgili biri gelene kadar bu işlem ilk yardımcının yorulmasına, bitap düşmesine kadar devam eder. 40 dakika hatta daha fazla sürdürülebilir, çünkü asıl amaç kişinin beyninin işlevini sağlık ekipleri gelene kadar korumaktır.

    önemli bir not: böyle bir panik anında ikinci bir yardımcı şarttır. gerek telefonla yardım çağırmak için, gerekse kişiyi taşımak veya gerekli bir şeyin getirilmesi açısından çok yardımcı olur.
    ayrıca "112'yi ara" demek yerine, durumun şaşkınlığından bu durumu anlayamayacak kişiler olması ihtimali yüzünden ilk yardımcılar genellikle " bir bir iki'yi ara" şeklinde etrafa seslenir. bunun anlaşılması daha kolay ve açıktır.

    kanamalı hastalarda ise, yapılması gereken kanamanın bir şekilde durdurulmaya çalışılmasıdır.
    dış kanamalarda, kanayan kısıma elle ya da temiz bir bezle basınç uygulanır.
    iç kanamalarda ise- belirtileri nabzın zayıf hissedilmesi, baş dönmesi hali, bilinç azlığı, hızlı solunum- kişi yine sırt üstü yatırılır ve baş yana çevrilir ve en kısa zamnda hastaneye yetiştirilmeye çalışılır . bu konuda maalesef çıplak elle yapılabilecek çok bir şey yoktur.

    dilerim kimse böyle bir anı yaşamaz diyerek sözlerimi sonlandırıyorum..
    (30.10.2007 12:50)

cumhurbaşkanını halkın seçmesi

    çok güzel bir şeydir. harika bir şeydir, kişileri artık halka dönük olmaya zorlayan bir şeydir, halktan kaçak işler çevirmemeye zorlayan bir şeydir.
    ve bu tür bir sistem, seçimleri kazanamadan, kimsenin tanımadığı, tepeden inme kimselerin seçilmediği bir cumhurbaşkanı doğurur.
    sistem böyle, sistem şöyle diye eleştirmeye gerek yok artık. geçmişe bakarsanız zaten her şey aşikar,
    bugüne kadar seçilmiş cumhurbaşkanlarını göz önünde bulundurursak, atatürk ve turgut özal haricinde allah aşkına kaç tane cumhurbaşkanı halk tarafından benimsendi? ya da şöyle sorayım, çoğunluk tarafından benimsendi?
    artık halk cahil, pasif, yok tanımıyor etmiyor, yok adaylar siyasi eğilimli gibi anlamsız laflar etmenin de gereği yok !
    bugüne kadar hangi cumhurbaşkanı tarafsız oldu ki ? sezer mi? demirel mi ? herkes ideolojisine, kültürüne, anlayışına göre, ya veto etti ya da kabul etti kanunları. siyasi eğilimleri de fazlasıyla vardı, yaşım daha eskiyi hatırlayacak kadar ilerlemediği için sezer ve demirel haricinde örneğim yok, ama büyüklerimden duyduğum bu duraklama, hatta gerileme devri atatürk'ten sonra hep devam etti.
    sezer hafiften chp , demirel de hafiften dyp yanlısı olmadı mı yıllardır? * * *
    bu yüzden, şimdi başa biraz muhafazakar eğilimli biri gelecek diye bu tür eylemlerin artması, demokratik hak olmakla beraber, yetersiz kalacaktır.

    her ne kadar önüne zaten belirlenmiş bir seçenek konmuş olsa da, halkın bu çürük elmalardan kendine en yenilebilir cinsini seçmesi gayet de mantıklıdır.
    ama dediğim gibi bu tür bir seçime isteksizlik %20 oy potansiyeline sahip chp sempatizanları tarafından fazlasıyla ayyuka çıktı. ama onlar da haklı canım, atatürk'ün partisiyim demekten başka meziyeti olmayan bir siyasi oluşum, seçimlere 2 hafta kala halkına yaklaşıp, oy toplayıp, daha sonra 5 sene boyunca meclis'te halktan uzak, 7 sene boyunca da çankaya'da milletinden ırak politikalar üretme çabasında.

    halktan ziyade türk milleti bir araçtır, bir merdiven basamağıdır bir çoğunun gözlerinde. dolayısıyla meclis seçildikten sonra iş bitmiştir, "artık tüm kontrol bende, istediğimi yapar, istediğimi yığarım" "güüüç bende artıığğğk" * * * gibi düşünceler mevcut beyinlerde.

    hiç bir yerde bağımsız cumhurbaşkanı da yoktur ! (bkz: külahıma anlat) derim ancak ben buna. insan ne kadar bağımsız olabilir ya? hakemler bile sıradan bir futbol maçında böyle bir şey yapamıyorken, koskoca devleti, halkı, onların yaşamını etkileyen şeylere kişi nasıl bağımsız bakar?

    o etliye sütlüye karışmaz dediğiniz bağımsız isviçre'de bile, nasıl bir ön yargı, değişik toplumlara nasıl bir bakış açısı, halk içinde nasıl bir değişkenlik söz konusu haberiniz var mı? *

    demokrasi madem, halkın seçtiklerinin halkı yönetmesi anlamına geliyor,
    halkın seçtiği cumhurbaşkanına kimsenin laf etmesi de söz konusu olamaz.
    etrafta "ben özerkim ehueheueah" diye nara atarak dolaşan değişik organlar ın fazla sesi çıktığı için, seçilmemiş ve bu kafada giderlerse, kendinden çok uzak millet tarafından asla seçilemeyecek kişiler olarak, asıl görevlerini yapmak yerine siyasi müdahalelerde bulunmaya çalışan kişiler susturulmak istenmiştir. iyi de olmuştur. olacaktır.

    o halk dediğimiz, cahil dediğimiz, anadolu ya da doğulu vatandaşlar da artık herşeyin bilincinde. öyle 70'lerdeki gibi, 89'lerdeki gibi kuru kuruya, saçma bir ideoloji derdinde değil artık.
    herkes ekmek derdinde, iş ve aş derdinde, işini yapıp bu ülkeyi adam gibi seviyeye çıkaracak çalışkan tipler peşinde.
    70 yıldır hiç bir halt olmadı canım ülkemde, hala aynı teraneler, sağ-sol davaları, dindar- dinsiz, sünni-alevi davaları sürüp duruyor. cidden bıktırdı artık, biraz da iş yapmaya baksak ? artık kişilerin ne yaptığına baksak ?

    cumhurbaşkanını göz göre göre halk seçecektir artık. bunda gocunulacak bir şey yok, eğer halka saygı duyuyorsanız.
    ama "yok olmadı, benim istediğim farklıydı" deyip, hala bir şeyleri diretmeye çalışırsak * * * bu demokrasi olmaz kargaşa olur.
    kişileri düşüncesine, tipine göre yargılamaya kalkmayacağız artık. doğru iş yapıyor mu, yapmıyor mu, bu ülkenin kalkınmasına yardım ediyor mu etmiyor mu, ona bakacağız artık.


    (15.10.2007 11:01)

kamyoncu

    kamyon kullanan çilekeş abilerimizin halk dilindeki adıdır.
    ömürleri yollarda geçer, üstelik ağır vasıta kullandıkları için yavaş yavaş geçer..
    allah yardımcıları olsun diyorum, her ne kadar değişik atraksiyonlar, değişik faaliyetler yapmaya çalışsalar da bu sıkıntılı yol maceralarını atlatmak icin, bence iyi sabırlılar.

    dışardan genellikle kaba saba görünürler, sıcak havalarda atlet giyerek, sol kolları pencereden sarkık şekilde kirli sakallarla yollarda gezerler ama bir çoğunun içi çok temizdir. çünkü yaptıkları işi aileleri için yaparlar, helal para kazanabilmek için.

    tabi kamyonlarının arkasına yazdıkları sözler de meşhurdur malumunuz. bir siteden bulduğum ve hoşuma giden bazı sözleri buraya yazmak istiyorum;

    algıda seçiciysem günahım ne?
    aşkın bir sabun ise, köpürt beni pakize.
    adrese gerek yok eskiler bizi tanır.
    baba parası değil, 4 yıl lisans, 2 yıl master ve doktora teri.
    baba yorgun sen geç.
    baba yorgun, dalaşma.
    babalar ağır gider...
    ben bir kadini sevdim mi gözüm gibi bakar, ilah gibi taparım; ama ki bir yanlışını görmeyeyim bir bidon benzin döker çatır çatır yakarım.
    ben ihsan değil hilmiyim.
    beni bir tek sen anladın,sen de yanlış anladın orijinal hemşerim..
    benim için ağlama, gözlerinden olursun.
    bi daha sevmek için heves mi bıraktın!
    bir kızların nazına, bi de ara gazına hastayım.
    bir sana, bir de sabah uykusuna hastayım.
    bu dünyada herşey paraysa üstü kalsın.
    ceketi atarım asfalta yatarım.
    doğma bebek, şoför olursun.
    duanla mı yaşadım ki, bedduan ile öleceğim?
    dünyayla nişanlı, ölümle sözlüyüm.
    düzde geçme beni, yokuşta mahçup ederim seni.
    eğer bu yazıyı okuyabiliyorsan, çok yaklaşmışsın demektir.
    eğer kalbinde yer yoksa güzelim, farketmez ben ayakta da giderim.
    freud da sollardı.
    gözlerin güzel ama, bakmasını bilmiyorsun.
    hatalıysam lütfen ip:212.78.34.212
    hatalıysam plakamı yaz 2222 ye gönder.
    hostes aranıyor.
    kızın gülüşüne, kışın güneşine aldanma.
    kuleyle kavgalı çilekeş pilot!
    mazda huzur namazda.
    nazlı yarin cilvesi, diş yapar ford'un 2. vitesi
    ovaya saldım koçu, sevdim aldım dodge'u.
    Önünü görmeden sollama, evine acı haber yollama...
    yetişemezsen el salla.
    yolda hızlıyım aşkta yavaş, Çorumluyum arkadaş...

    * *
    (12.10.2007 14:56)

zorunlu din dersi

    şuan türkiye'de ilk ve ortaöğretimlerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu okutulması durumudur. avrupa insan hakları mahkemesi, ki artık bi yolunu bulan direkt olarak bu kuruma başvuruyor, kendilerine yapılan bir itiraz davasında laik bir ülkede böyle bir zorunlu eğitimin insan hakları açısından özgürlüğe aykırı bulunmuş ve alevi veliyi haklı bulmuştur.

    son günlerde özellikle alevi vatandaşlarca, maalesef, sanki bu derslerde çok kötü bir şey yapılıyormuş gibi lanse edilmesi ve bu dersten muaf tutulmak istenmesi gündem konusu haline gelmiştir.

    anlamadığım bir nokta var, bu dersleri ben de zamanında almıştım * * bu derslerin içerisinde hepimiz çok iyi biliyoruz ki ahlak dersleri daha ağır basmaktadır.
    ders kitabımızda çok iyi hatırlıyorum, iyi insan nasıl olunur, temizlik kavramı, saygının anlamı gibi aslında ahlak ağırlıklı bir derstir bu.

    ayrıca bu dava ve neticesindeki alevi derneklerinin açıklamaları gösteriyor ki, aleviliğin onların gözünde islam dininin alevilik ile hiç bir alakası yoktur. ayrı bir dindir * * * , islam'dan çok uzak, sadece ali'si ortak başka bir şeydir.

    zoraki edit *;
    hristiyan bir toplumda nasıl hristiyanlığın ağırlığını yaşayarak, ilk okullarda kilisiye götürülerek, diğer dinlerden cocuklar hissediyorsa, bu ülkede de aynı şekilde bu ağırlığı bir şekilde hissedebilir, doğaldır. neden kimse avrupa'da ya da ne bileyim başka yerde yaşarken bunları sorun etmez de türkiye'ye gelince kaplan kesilir anlamış değilim.
    yüzde 99, hatta abartayım, yüzde 90 ı müslüman olan bir ülkede, bir şekilde bu tür durumlar olmak zorunda.

    ya da doğru diyorsunuz, aslında muaf olabilmeli insan bundan, belge getirin, benim islam ile alakam yok, ben başka dindenim şeklinde o zaman tamam. ama bunu da nedense kimse söylemiyor, yoksa * mahalle baskısı * * * mı var yine ?
    (10.10.2007 22:26)

prim

    türk dil kurumunun sitesinde bu kelime aynen şu şekilde açıklanmıştır; " işveren tarafından iş yapanı isteklendirip verimini artırmak veya sonuca daha kolay ve çabuk ulaşmasını sağlamak amacıyla verilen para."

    evet işverenlerin, çalışanlarını gaza getirmesi, şevke getirmesi açısından çok yararlı bir durum, hem işler tıkırında ilerler hem de çalışanın ek gelir kazanması onu da mutlu eder, bir taşla iki kuş vurulur.

    ama bugün okuduğum bir haberden sonra özellikle futbolcu primi olarak adlandırılan aptal saptal bir tamlama canımı çok sıkmıştır.
    türk milli takımı 2 maçtan 6 puan çıkarırsa 200 bin dolar, yani yaklaşık 340milyar, ya da yeni para birimiyle 340 bin lira prim alacak.
    bu nedir allah aşkına ? kimin parasını kime ne hakla veriyorsun?

    milli takımlarda oynayanlar işçi değildir, o mantıkla oynuyorsa o topu, çıktırsın gitsin ! ben de iş veren değilim, ne para vereğim bu tiplere. bu adamlar bu ülkenin vatandaşı, ülkesini temsil ediyor, mutlu olmalı bundan...
    lig takımlarından zaten manyak paralar kazanıyorlar, bari burda ceplerini düşünmesinler be.

    zaten bok gibi para kazanıyorlar, cahil cühela taraftar üzerinden milyarca lira transfer parası kırıp, ekonomik sıkıntılarla boğuşan bir ülkede, krallar gibi yaşıyorlar.
    türkiye futbol federasyonu son zamanlarda yaptığı salaklıkların bir yenisini de şimdi yapmış bulunmakta.

    milli oyuncu dediğimiz bu şahsiyetler, eğer gerçekten milliyetçi ise, gerçekten bu ülkenin adını namını ileri götürmek istiyorsa o paraya ihtiyac duymaz, duymamalı. eşşek * gibi yırtınıp seve seve kazanmalılar, kazanamazlarsa bile ellerinden geleni eşşek değillerse yapmalılar.

    neyin nesi bu para allah aşkına? hakkını kolay kolay haram etmeyen birisi olarak, eğer bu prim için konu edilen parada benim biraz hakkım varsa * *, hakkımı helal etmeyeceğim.

    doğuda vatanını savunan mehmetçiğe bile 65 lira para verecek kadar düşmüş bir ülkede göbeğini kaşıya kaşıya, mahalle maçı yapar gibi oyun oynayarak alınan maç sonrası, top peşinde kısa donla koşmaktan başka vasfı olmayan tiplere 200 bin dolar para vermek ahmaklıktır!! aslında ahmaklık yerine başka laflar kullanırdım burada ama önce bi ramazan geçsin. sonra bi ara düzen çekerim tekrardan...

    gerçekten yazık! işte bu nedenlerden dolayı artık takım tutmuyorum, ne halt yerlerse yesinler, ne bana ne de milletime faydası var bunların, tamam aralarında yardım yapanlar elbette var, o ayrı konu.
    ben bir yerlerimi yırtayım, bağırayım, çağırayım vatan millet sakarya diyeyim, onlar da saçma sapan takımlara yenilsinler, sonra da 2 maç kazandı diye tekrar ben bunları başımın üzerine * gibi yerleştireyim, sonra da
    70 milyonluk ülkede 70 milyonun asla bir arada göremeyeceği bir parayı, "ben yemedim sen ye, yeter ki biraz daha koş bu meşin yuvarlak peşinden, bizi tanıt dünyaya, bizi meşhur et" diyerek ellerine teslim edeyim.
    oldu gözlerim doldu, senin anne güzel mi ?

    eğer futbol federasyonunda bir damla akıl varsa bu maçlar kazanıldıktan sonra o prim diye verecekleri parayı doğuda terlikle okula giden, abisinin yamalı önlüğünü giyerek eğitim almaya çalışan, evine ekmek alabilmek için yardım kuyruklarında ömrünü çürüten vatandaşlara versin.

    eğer yapmazsa (b: inşallah
    yenilirler ve o haram para kimseye yar olmaz !
    takım makım tutmuyorum, bu zihniyette insanlar oldukça da takım falan tutmayacağım!

    hala çok sinirliyim, bana mazlumu getirin ! ! !
    (09.10.2007 19:33)

kadir gecesi

    kur'ân-ı kerim'in inmeye başladığı ramazan ayının yirmi yedinci gecesi. İslâm'da en kutsal ve faziletli gece kadir gecesidir. kur'ân-ı kerim'de bu gecenin fazileti kadir süresinde belirtilmektedir. bu sûrede yüce rabbimiz şöyle buyuruyor:

    bismillahirrahmanirrahim,
    1-gerçek şu ki, biz onu kadir gecesinde indirdik.
    2-kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
    3-kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
    4-melekler ve ruh, onda rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
    5-fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.
    *

    bu gecenin anlam ve önemini belirtmek gerekirse;
    bir çok alime göre bu gece mevlid kandili'nin gecesinden sonraki en kıymetli gecedir. kadir gecesi, muhammed (s.a.v)'in ümmetine mahsus bir gecedir. başka peygamberlere böyle bir gece verilmemiştir.
    hz. peygamber, daha önceki ümmetlerden bin sene cihad eden insanları düşünerek * * "benim ümmetimin ömrü kısadır, az ibadet ederler" diye üzülünce, allahü teâlâ, "kadir gecesi senin ve ümmetinindir" buyurup onu mutlu etti.

    bu gecenin anlamını belirten bir kaç hadis-i şerif de eklemeyi elzem görüyorum;

    "dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. bunlar, kadir gecesi, arefe gecesi, berat gecesi, cuma gecesi ve günleri. "

    "inanarak ve sevabını allahü teâlâdan umarak, kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur."

    İmam-ı azam hazretleri, kadir gecesinin, ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. "kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır hadis-i şerifini düşünerek sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.

    ancak bir çok din aliminin de belirttiği gibi, kadir gecesinin tam olarak tarihi belli değildir, sadece ramazan ayı içerisinde saklı olduğu bilinmektedir. ramazan'ın son 10 gününde saklı olduğu şeklinde yorumlar da mevcuttur.

    en güzeli, ramazan ayının her gecesini bir şekilde ihya etmek ve 1000 aydan yani yaklaşık 84 yıldan, bir insan ömrününün çok fazlasından daha hayırlı geceden, kesin surette nasiplenir.
    rabbim bizi de o şanslı kullardan eylesin dileklerimle, herkesin kadir gecesi mübarek olsun...

    (08.10.2007 21:56)

namaz için uçağın kıbleye döndürülmesi

    başörtüsü denen saçma yasak ortadan kalktıktan sonra, bu dînî meselerle yakından uzaktan alakası olmayan, bazı bayanların da, sırf başkalarını tahrik etmek amacıyla kara çarşaf giyip üniversite kapılarında parayla, ya da cinslik için cıngar çıkaracağını çok iyi biliyorum.
    ve yine çok iyi biliyorum, cumhuriyet gazetesi bunu ana sayfada büyük fontlarla şok şok diye yazacak, daha sonra asılsız haber olduğu ortaya çıkacak , bu kişilerin ne idüğü belli olacak, ve olay kapanacak.
    çünkü gerçekten böyle bir şey olsa, bu kadar kısa zamanda bu medya susamaz. olayın b.kunu çıkarana kadar deşeler. ama asılsız haber olunca işte, bi anda sönüveriyor bu sansasyonlar.

    hrant dink olayında olduğu gibi * * * * *...

    ve o günler geldiğinde, yani kara çarşafla bariz provokasyon yapmaya kalkan tipler olduğunda, ya da ne bileyim, cübbeyle sarıkla dolaşmak isteyenler olduğunda, şeriat istiyoruz diye yırtınan, eylemler yapan şarapçılar ortaya cıktıgında buna benzer bir başlık açacak kişiyi de sabırsızlıkla bekliyorum.

    üzücü olan, bu kadar namaza düşkün birinin, uçakta veya otobüste nasıl sadece oturduğu yerden namaz kılacağını bilmemesi, ve bunu da o çok bilgili basının farkedemeyip, adamı dinci gibi gösterip, herkesi zan altında bırakmaya yönelik bir amaç içine girmesi.

    yeter artık ya, bi kaç öküzün, salağın, beyinsizin, yaptığı hataları * * * *herkese mal etmeyin artık.
    (04.10.2007 17:34)

bekaret

    bekaret, bakir(e) olmak demektir.
    bakir(e) olmak da, bakir kelimesinin anlamına binaen, temiz, saf, el değmemiş anlamına gelmektedir.

    bu durumu da 2 türlü yönden ele almak gerekir.
    i. manevî yönden bekaret
    ii. maddî yönden bekaret

    hemen detaylara gireyim;

    i. manevî yönden bekaret;
    ruhsal açıdan, zihinsel açıdan, düşünce ve hayata bakış açısından temiz ve safiyane duygular beslemek anlamına gelir. yani insan olmanın aslında bir gereğidir.
    muhataba karşı puştluk düşünmemek, onun arkasından iş çevirmemek, kul hakkı yememek, adil olmak, önce olumlu düşünmek, ön yargılı ve infazcı bir yaklaşım sergilememek, hoşgörüye açık olmak vs. bu sınıfa girer.
    fesat olmamak, içinden binbir kötülük düşünmemek, uçkuru beyninde hissetmemek * * vs. de bu sınıfa dahildir.
    yani bekaret o kadar da korkulacak, somutlaştırılacak bir şey değildir, özellikle üniversite ve gece gençliğinin düşündüğü kadar...

    ii. maddî yönden bekaret;
    adı üstünde maddi, yani dokun-matik, değdir-matik işler bu sınıfa girer. daha detaya inmemi isterseniz, evet cinsel ilişki, neresinden olursa olsun bu sınıf dahilindedir * *. gerek erkek, gerekse kadın için bu durumda aynı şeyler söz konusudur. erkek denen mahlukte maddî bekaretin bozulduğuna dair görsel bir iz yok diye, bu cinsi devre dışı bırakmak çüşşşlük bir durumdur ayrıca * * * * *

    şimdi gelelim benim düşüncelerime. bu ikinci şıktaki bekaret olayı, evrim teorisindeki anlaşmazlık kadar sabit bir şeydir. yani kimse, kimseye bu konuda laf dokundurmaya, laf giydirmeye kalkmasın.
    yok " sen bekarete önem veriyon, vay saf vay", ya da "sen önem vermiyon vay mağl vay" * * demek anlamsızdır ve kişileri ne ikna eder, ne de adam gibi bir ortak noktaya taşır.

    birisi önem vermez, hayatını öyle yaşar. tabi kendi de önem vermez bu bekaret kavramına ve ilerde de eşinden, karısından, kocasından böyle bir bekaret zorunluğu beklemez. beklemesin, sana ne ? ! ! !
    sana bu kişi, iş arkadaşı, dost, komşu olarak saygı gösteriyor mu? kişisel haklarına müdahale etmiyor mu ? seninle adam gibi konuşabiliyor mu ? buna baksana. herifin uçkuru ne seni ilgilendirir ne de bir başkasını. *
    o hayat tarzını bu şekilde belirlemiş, zaten yetişkindir bu kimse, bu saatten sonra bu tür laflarla onu değiştireceğini mi sanıyorsun? hayır !


    başka birisi de çok önemser, hayatını da bu şekilde idame eder. kendini bu yüzden bu tür ilişkilerden korur, bakir ya da bakire kalır, nikah gecesine saklar kendini. hayatını bu felsefe ile yaşayan kişi karşısından da böyle bir ahlak anlayışı ister elbette. çünkü kişi birisiyle hayat kuracaksa kendi anlayışına yakın, kendi geçmişi gibi bir yetişme tarzından gelmiş birisini ister. kocası olacak adamdan, ya da karısı olacak kadından bakir ya da bakire olmasını bekler. sanane ? ! ! !
    sana bu kişi, iş arkadaşı, dost, komşu olarak saygı gösteriyor mu? kişisel haklarına müdahale etmiyor mu ? seninle adam gibi konuşabiliyor mu ? buna baksana. herifin uçkuru ne seni ilgilendirir ne de bir başkasını. *
    * * * *

    zaten herkes kendine yakın hissettiği kişiyi eşi olarak kabul etmiyor mu ? bu yakınlık bu kavram için de geçerli değil mi?
    namazında niyazında olan birisi, yine bu konuda duyarlı birisiyle hayat birleştirmiyor mu ?
    ya da gece hayatını seven, alkol almaktan hoşlanan, * * ya da ne bileyim, daha farklı bir felsefeye sahip kişi de yine kendisine ayak uyduracak bir eş almıyor mu ?

    eeeee ?
    sen karşı tarafa laf at, o da sana cevap versin söverek, sonuç ? sürekli bir anlaşmazlık, gerginlik, ajda pekkan'lık..
    yani bir şey değişmiyor ki...

    tabi not düşmek lazım, bazı sığırlar var elbet, özellikle biz erkekler arasında, her bir yatış kalkışı yapıp eşinden bekaret bekleyen tipler. bunlar kriterimin dışında, ben normal insanlar arasında olması gerekenden bahsediyorum çünkü !

    ya da o doğudaki aptal saptal, beyinsiz kafaların kararıyla hayatı kararan o genç kızların ölümünü haklı bulmuyorum.
    çünkü o noktada olaya insan öldürmek allah'ın verdiği canı kendi salak mantığına göre almak ,üç dinde de kabul edilen en büyük günahı, cinayeti işlemek geliyor.
    ve bunun vebali çok büyüktür.

    aynı haltı yiyen erkeğin de gururun okşanması ayrı bir öküzlüktür.

    netice olarak, yine özet düşeyim, bekaret göreceli bir beklentidir, sen beklersin, ben beklerim, başkası beklemez böyle bir şey.
    ben bakir(e) olarak beklerim o hayatımın anlamını, o beklemez. tercih meselesi.

    nasıl ben pırasa, ıspanak yemiyorsam, daha çok etli, tavuklu, balıklı yiyecekleri ne bileyim mantıyı felan istiyorsam,
    o da bal gibi brokoli, pırasa sevip, etten hoşlanmıyor olabilir. ama ben o kişiyle soframı paylaşırım, muhabbetimi yaparım, dostluğumu yaşarım..
    yani bu durum; bir yemekte tercihleri farklı yapıp, aynı masayı paylaşabilmek şeklinde olmalıdır...

    -son- *
    (03.10.2007 21:44)

parfüm

    kolonyanın janjanlı kapaklar altında satılanı da diyebiliriz bence parfüm için. çünkü biraz derinden koklayınca, o kolonyanın kendine has kokusu burnunuzun direğini parfümde de aynı şekilde çınlatır. *

    bu konuda kendime has bir kaç görüşü aktarmak istiyorum, erkekler ve bayanlar arasındaki parfüm kullanımı, parfümün etkisi ve parfümün kıvamı hakkında bi kaç şey söyleme arzusundayım.

    efendim, öncelikle, artık içgüdüsel midir bilemeyeceğim ama her otobüse bindiğimde, kaldırımda felan yürüdüğümde yanımdan ne zaman bir bayan geçse arkasından 3 metre karelik alana yayılacak genişlikte bir parfüm kokusu salar. o sırada başka biri daha geçerse vay halime, çeşit çeşit parfüm burnuma sağdan soldan girişir.
    ama bunun aynısı hiç bir erkeğin yanından geçerken başıma gelmedi, ya da oransal açıdan çok düşük. belki de erkeğiz ya ondan algıda seçicilik felan yapıyor olabiliriz. ama erkeklerin bu koku olayını pek önemsemediği de bir gerçek.

    ben parfüm sıkarım, burnum çok tembel olduğu için olsa gerek, 1 saat sonra hissetmem hiç bir şey artık, aklıma bir tilki siner ;"nasıl kokuyorum acaba?" sonra da ürünü satın aldığım yere * * mırmır mırıldanıyorum. içimden tabi. ama bayanların kokusu bir türlü gitmiyor. bunu nasıl başarıyorlar aklım cidden almıyor.

    o yüzden bayanların parfümü günde 3-5 defa sıktıkları hususunda derin şüphelerim var. bizim gibi sabah çıkarken 2 fıs yapmakla yetinmiyorlar*
    yanlarından hiç ayırmadıkları ilk yardım çantalarında * * * * bir adet de parfüm bulunduğu konusunda çevreden duyumlar aldım.

    ayrıca, parfümün bileğin iç kısmına sıkılıp diğer bileğin de ona sürtülerek daha etkin yayılım amaçlanması, göğüs kısmına da bu mantıkla sıkılmasının damar basıncından faydalanarak yavaş akmasıyla alakalıymış.
    bu düşünceye göre bence erkeklerin kokuyu daha iyi yayabilmek maksadıyla parfümü aort'a ve dirseklerin ön kısmında, hani kan verirken kullanılan damarlar var ya, oraya sıkması gerektiğini düşünmekteyim. erkeklerin en vahşi ve aktif damarları onlar olsa gerek..

    ayrıca parfüm seçimi de nalet zor bir şeydir. öss'yi kazanıp tercih etmek, ya da çocuğun ismine karar vermek * gibi önemli şeyleri bile solda bırakabilecek sıkıntıları insana verir.
    5 tane parfüm koklarsın, "hafif bir şey istiyorum" dersin, herbirinden bi nefes çekersin, sonra burun iflah olmaz, artık ne kokladığını bile farkedemezsin,
    -yav tamam ver birini gitsin
    -hoca hepsi aynı, bildiğin kolonya işte
    -abi sen en iyisi en hafifinden bi çift ver de gideyim, burnum hissetmez oldum
    gibi replikler kullanılarak 10 dakika sonra ne aldığını bilmeden çıkar insan mağazadan.
    öyle bir şey işte parfüm..

    -düs'den izlenimler-
    (28.09.2007 00:08)

faaip de oiad

    anlamsız uzun ve konseptin sınırlarında gezen başlıklar açıp altına sadece bakınızlar vererek daha nice binlerce tanım yazıp bizi bilgilendirmesini derinden arzuluyoruz.

    tek tip tanımlardan ziyade çok tip tanımlar giren ve çoğunda provoke edici, kışkırtıcı ibareler kullanan, yaşı kemale ermemiş bir arkadaştır kendisi.

    sürekli diyara seçilme konusunda kriterlerin daha dikkatli belirlenmesini isterken, kendisinin hangi bağlacın * * nerede nasıl yazılacağını bu yaşa kadar öğrenenmiş olması ve yine de girebilmesi seçilme konusunda cidden gevşeklikler olduğunu göstermektedir.
    yazar olmak için önce yazım yeteneği şarttır, nasıl ressam bir şey karalayarak ortaya eser çıkaramıyorsa, yazar da dili adam gibi kullanamadığı sürece boş yazmış olur. * *
    (27.09.2007 12:42)

sayfa: 1-2-3-4-5...-7

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.